29 Eylül 2015 Salı

"UÇAN KARTEPELİ" NURDOĞAN KUZU

Bu yazımda sizlere bir arkadaşımı anlatmak istiyorum. Kocaeli çevresinde motosiklet camiasından olanlar kendisini çok yakından tanır. Kartepe Enduro Kulübü adına yarışlara katılan ve yarışmalarda derece alan arkadaşımız Nurdoğan Kuzu. 

Bu arkadaşımız nerede doğmuş, nerede okumuş çok sormadım. Evi nerede onu da bilmem. Kız arkadaşı var mı, akşamları nerelere takılır, en yakın arkadaşı kim bunlardan da haberim yok. Kendisi benim çalıştığım firmada motosiklet tamircisi olarak çalışmakta. Ama Nurdoğan arkadaşımız maalesef bir motosiklet tamircisi olamayacak kadar iyi yürekli ve dürüst bir delikanlıdır. 
Hepimiz motosiklet tamircilerinin çakallıklarını, uyanıklıklarını biliriz. Özellikle motosiklete yeni başlamış kişilerin ağzının yandığı çok sık duyulur. İnsanların kazandığı helal parada gözü olan bu emek hırsızları hemen hemen her motorcunun canını yakmıştır. Fakat Nurdoğan arkadaşımız o kadar dürüst ve iyi niyetlidir ki motosikletinizi ona emanet edip uyumaya gidebilirsiniz. 

Hepimizin bildiği gibi Türkiye'de en çok yatırım yapılan, herkesin ilgilendiği spor futboldur. Diğer spor dalları gereken ilgiyi maalesef görememektedir. Bunlardan biriside motor sporlarıdır. Ne güzel Türkiye'ye F1 yarışlarını getirmişsin, ülkenin tanıtımını yapmışsın ama yok. Bir ton stadyum yaptılar ama F1'e bütçe ayıramadılar. Kocaeli Körfez pistinin yüksek ses geliyor diye motosikletlere kapatılması ardından da tamamen kapatılması ayrı bir örnek.


İşte bu kısıtlı şartlar altında sevdiği spor dalına gönül vermiş genç yetenekler heba olup gidiyor bu ülkede. Ne devlet yardımcı oluyor ne de özel firmalar. Olur olmaz, lüzumsuz şeylere milyonlar harcayanlar hem tanıtımı yapılacak hem de belki bir yetenek çıkartacak işlere yanaşmıyorlar.

Nurdoğan Kuzu arkadaşımız da bunlardan bir tanesi. Kendi imkanlarıyla yarışlara katılan, dışarıdan her hangi bir destek almayan bu arkadaşımız yeteneği ve azminin zaferi sayesinde katıldığı her yarıştan birinci, ikinci ya da üçüncü olarak ayrılmıştır. 

Ekim ayında Antalya'da yapılacak olan Redbull'un düzenlediği Sea to Sky yarışmasına dünyanın her yerinden profesyonel yarışmacılar katılacak. Bu yarışmacıların çoğu teknisyenleriyle beraber son model motosikletleri ile gelecek. Fakat Türkiye'de bu spor dalı ikinci plana atıldığı için Türk yarışmacılar genelde kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışacaklar. 

Bu spor cidden maliyetli bir spor. Motosikletin masrafı, benzini, yarışa katılma parası derken bir çok yetenekli yarışmacı için yükselmek imkansız gibi görünüyor. Ülkemizde bu alanda isim yapan ve başarı yakalayanların sayısı oldukça az. Kenan Sofuoğlu bile zamanında sponsor bulamadığından dolayı zorlanmıştı. 


Yarışlarda lastiği patladığında kendisi tamirini yapan arkadaşımız Nurdoğan Kuzu bahsettiğim Sea To Sky yarışmasına girmek için can atmaktaydı. Ekonomik zorluklar sebebiyle girme konusunda tedirgindi. Kocaeli Motosiklet Topluluğu olarak arkadaşımıza yardım etmek istedik. Fakat bizim çabalarımız da yeterli olamadı. Katılmayı çok istediği bu yarışmaya katılamadı. Sadece para kazanmaya odaklanmış, aslında çok faydalı olabilecek fakat kendilerine her hangi bir faydası olmadığını düşünen kişiler eğer ellerini taşın altına koysaydı belki Nurdoğan Kuzu şanlı Türk Bayrağımızı uluslar arası alanda dalgalandıran bir isim olacaktı. 

Böyle daha ne cevherler var belkide keşfedilmeyi bekleyen. Bu yetenekler hep boşa gidiyor maalesef. Umarız gelecekte devlet bu konuda büyük adımlar atar ve sadece futbol izlemekle kalmayız.


17 Eylül 2015 Perşembe

Güvenli Sürüş Rehberi

Bölüm-1 - Güvenli Sürüş Pozisyonu


Güvenlik uygun bir "sürüş pozisyonu" ile başlar.

Uygun sürüş pozisyonu, uzun yollarda yorgunluğu önlemenin yanı sıra güvenliği ve rahatlığı da artırır. Farklı tip motosikletler olabilir ancak hepsi için temel sürüş pozisyonu benzerdir.

Doğru Oturuş Pozisyonu: 7 Nokta
Vücudunuz üzerinde herhangi bir baskı yaratmadan, motosikletiniz ile bütünleşerek daha güvenli bir şekilde sürüş için gözleriniz, omuzlarınız, dirsekleriniz, elleriniz, beliniz, dizleriniz ve ayaklarınızın konumunu doğru ayarlamak son derece önemlidir.

1) Gözler

Gözler hız ile orantılı olarak, ufuk çizgisi dahilinde, geniş bir açı ile çevreyi taramalı ve gidilmek istenen yöne odaklanmalıdır.

2) Omuzlar

Omuzlar rahat ve aşağı doğru düşük durmalıdır. kasılmış omuz manevra kabiliyetini kısıtlar.

3) Dirsekler

Dirseklerin hafif kırık ve rahat bir şekilde bedene yakın olarak konumlanması gerekmektedir.

4) Eller

Gaz kolu, frenler ve debriyajın düzgün çalışması için eller doğal bir açı ile konumlanmalı ve elcikler hareketi engelleyecek şekilde aşırı sıkı tutulmamalıdır. Doğru açı; kollar vücudun yanında rahatça sallanırken eller hafifçe yumruk yapılarak gidona konumlandırıldığında bulunabilir.

5) Bel

Bel ve sırt kasları gevşek, omurlar ve sırt dik olmak yerine hafif kavisli ve yoldan gelen darbeleri emebilecek şekilde konumlanmalıdır.

6) Dizler

Dizler her süreçte (virajlar dahil) yakıt deposuna yapışık ve onu hafifçe sıkar durumda olmalıdır. Bu şekilde sürücü ivmelenirken ya da yavaşlarken motosiklet üzerindeki konumunu dizleri ve beli yardımıyla korur, elleri ile kollarını ise her an gerekebilecek bir manevra için kullanabilir.

7) Ayaklar

Dizlerin kapalı olmasından kolayca tahmin edileceği gibi ayaklar birbirine paralel ve tam karşıyı gösterir biçimde kapalı olmalıdır. Ayak oyukları ayaklıklara gelecek şekilde, parmak uçları da arka fren pedalının üzerinde olacak şekilde konumlanmalıdır. Sürüş sırasında ayak parmak uçları ayaklıklardan aşağı sarkıtılmamalıdır.


Kaza Anında Sizi Korur

Eleman almış mavi GSX-R 600'ü. Sıfır motor. Parlıyor. Takmış Yoshi egzozu. Şekil o biçim. Yanlaya yanlaya gidiyor şehir merkezinde. Kızlar dönüp dönüp bakıyor. Şimdi gel de bu adama kask taktır. Takar mı hiç? Takarsa kimse tanımaz çünkü. Nasıl tanısın?
Bir diğer genç ise cahil. 125lik bir motoru var. Motorunun bir ismi var; Kara Yılan. Genç ateşli, korkusuz. Kanı kaynıyor. Sosyal medyada arkadaşlarıyla iddialaşıyor. Ben seni geçerim, sen daha yavaşsın, yüreği olan gelsin, yollar bizim, ölüme meydan okuyoruz... Kask? Ne olduğunu bile bilmiyorlar.
Bir başka abimiz yıllardır motosiklete binmiş. Yüz bin kilometrenin üstünde tecrübesi var. Kendinden emin. Abimizin değil kaza yapma, düşme ihtimali bile yok. Hal böyle olunca sıcak havada kaska ne gerek var?
Yahu be adam, ben enayi miyim kaska o kadar para harcıyorum. Kendini düşünmüyorsan arkanda bırakacaklarını düşün. Çünkü sonuç işte bu ;

Son yıllarda artan trafik sorunu ve benzin fiyatlarının yükselmesi nedeniyle insanlar artık alternatif ulaşım yolları aramaya başladılar. Toplu taşımada çekilen çileden bahsetmeye gerek yok tabi. Aslında bu alternatif yol yıllardır var ama maalesef insanların ön yargıları yüzünden pek önemsenmemiştir. Adı üstünde iki teker şeytan icadı. Allah korusun ufacık bir taş gelse neler olur...

Motosikletlerin ulaşım aracı olarak tercih edilmesinin sebepleri arasında ucuz olması, yakıt tüketiminin az olması, trafik ve park sorunun olmaması, vergisinin düşük olması gibi avantajlar vardır. 

Bu avantajlar fark edilince artık insanlar yavaş yavaş motosikletlere yönelmeye başladı fakat bu yönelme yeri geldi bilinçli bir şekilde oldu yeri geldi bilinçsiz bir şekilde oldu. 

Canının kıymetini bilenler bütçeleri el verdiğince iyi ekipmanlar alarak gayet sağlıklı ve korumalı bir şekilde yola çıktılar. Fakat üzücü bir şekilde görmekteyiz ki bir çok motosiklet sürücüsü anlam veremediğim bir şekilde bırakın mont, dizlik, eldiveni kask bile takmama konusunda ısrarcı. Kaskın asli görevi kaza anında başa gelebilecek darbeleri önlemesidir. Bunun yanında soğuktan, rüzgardan, sinekten, böcekten de korur. 

Bu insanları bilinçlendirmek için yeri geldi bir kaç sohbete girdim. Milletimizin felsefesi hep aynı. Atın ölümü arpadan olsun tarzında "Bana bir şey olmaz abi." gibi kelimeleri duyunca elden bir şey gelmiyor.

Hiç unutmam az çok tanıdığım bir genç bir gün arkadaşının 600'lük yarış motoruyla gayet işlek bir yolda 180km hızla giderken önündeki bir arabanın U dönüşü yapması sonucu kafasını direk yere çarpıyor ve orada can veriyor. Şimdi bu arkadaş için üzülmedik mi? Elbette üzüldük. Ama bu arkadaş kendi sonunu kendisi hazırlamadı mı? 

Bunun gibi bir çok örnek verilebilir. Daha ehliyetini almamış hayatını kaybeden çocuklar, cesetlerin yanında oğlum diye ağlayan anne babalar...

Sadece kask değil tabi. Elinizden geldiğince mont, eldiven, dizlik, bellik, bot gibi ekipmanları tedarik etmek sizleri tehlikeden bir adım daha uzaklaştırır. 

Cep telefonuna 2000 TL verdiğimiz bu ülkede insanların kendi sağlıklarını düşünmeyip 100 TLye koruma seviyesi sıfır olan kasklardan almasına bir anlam verememekteyim.

Çok sevdiğim bir arkadaşıma mont alması konusunda çok ısrar etmiştim. Fakat kendisi 125 cc motoruna egzoz takmakta ısrarlıydı. Şans eseri başına bir kaza gelmedi. Ama bilinçsiz insanların kendi sağlıklarını nasıl arka plana attıklarını görmüş oldum.

Bir başka konuda trafik polislerinin de şehir içinde takıp çıkarması zor oluyor diye kask takmaması. Peki bu adamlar kask takmayan birisine nasıl ceza yazacak? 

Bir söz vardır; "Ya bu deveyi güdün ya bu diyardan gidin" diye. Eğer bu işi yapacaksanız hakkıyla yapın. 

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Motosiklet Eşitliği

Herkes eşittir; ama bazıları daha eşittir. Herkes motosiklet sürer ama bazıları daha bir motosiklet sürer. Ya da sürdüklerini sanırlar. 

 Demokratik bir ülkede yaşamaya devam etsek de zenginin giderek zenginleştiği ve fakirin giderek daha da fakirleştiği doğrudur. Bu nedenle vazgeçilmesi zor olan bu tutkuyu yaşamak çoğu kişi için zor bir hale gelmektedir.

Bunlara ek olarak dağ gibi vergiler çoğu ülkede kolaylıkla alınabilen motosikletleri alınması imkansız hale getirmiştir. 

Sonuç olarak bu tutkuyu yaşamak isteyenler bütçeleri el verdikçe bir motosiklet sahibi olmaya çalışıyor. Öğrenciler part-time işlerde çalışıp para biriktiriyor, 1200 TL maaşla çalışan genç belki de ilerde problem yaşayacağı bir kredinin altına giriyor, bir genç bu tutku için ailesiyle tartışıp motosiklet alıyor. 

Genç halinden memnun, yeni motosikletinin heyecanı içinde gezintiye çıkıyor. Gezerken karşıdan gelen motorcuya selam vermek istiyor ama karşıdakinin umurunda bile değil. Sen o kadar derdin altına girip motor almışsın ama sırf motosikletinin lastik çapı küçük diye hor görülüyorsun.

 Ben de 2001 yılında Honda Kinetic model bir scooter ile başlayan motosiklet hayatımı 2011'de bir seviye yükseltip babamında yardımları ile bir CBR125 sahibi oldum. İstanbul'dan motosikletimi aldığım gün o kadar heyecanlıydım ki. Otobandan kaptırdım geldim. O sıralar motosiklet gruplarıyla pek ilgim olmadığından tek tabanca takılmaktaydım. Bu sebeple kimin ne motoru varmış ilgilendirmezdi. Elbette yanımdan geçen büyük cc motosikletlere imrenerek bakardım. Ama her zaman söylemişimdir en güzel motor insanın kendi motorudur. 

2013 yılında seviyeyi bir tık daha yükselterek CBR250 model motoruma kavuştum. Bu motoru almam ile birlikte bir gruba üye olup yeni arkadaşlar edindim. Her şey harika gidiyordu.

Öyle ki kendimi bir anda farklı bir ortamda farklı bir kültürde buldum. Ortak noktamız motosiklete binmekti. Dağda, bayırda, yolda, şehir dışında, şehir içinde, dinlenme tesisinde nerede bir motorcuya rastlasak birbirimizi tanımasak bile en azından bir selam verirdik ya da koyu bir muhabbete başlardık. 

Bu durumun böyle toz pembe devam etmeyeceğini kısa zamanda anlamış oldum.

Yöneticiliğini yaptığım gruba çeşitli insanlar çeşitli motosikletleriyle gelmekteydi. Bir anda çığ gibi büyümüştük. Bu çeşitli motosikletler arasında büyük motosikletler de vardı küçükler de.

Sevdiğim bir söz vardır; şerefsizin dini, dili, cinsiyeti, milleti, ırkı, rengi olmaz. şerefsiz şerefsizdir.

Bu arkadaşlar arasından şerefsiz olmasa da egolarını yenememiş, gösteriş meraklısı, burnu beş karış havada bir çok kişi çıktı. 

Kendilerini diğerlerinden yüksekte görmelerinin bir kaç farklı yolu vardı. Birincisi kesinlikle sahip oldukları motosikletlerin büyüklüğüydü. Ülkemizde 4 kafa da denilen 4 silindire sahip olmak ve ara gaz verdiğinde yeri göğü inletmek sizi diğer motorculardan daha farklı kılmaktaydı. Özellikle "reyzink" tarzı motosikletlere binen bu arkadaşların hepsi kendilerini motosikletlerin efendisi olarak görürler ve küçük motosikletlerle bırakın beraber sürmeyi sohbet bile etmezlerdi. Koskoca 50 kişilik grup 5 kişi ayrı bir havada takılırlardı. 4 silindir büyük motor sürmek bir marifettir onlar için. Herkes hakkını veremez zaten. O yüzden küçük motosiklet sürenler acemidir, bilmezler. Aslında o küçük cc motosiklet sürenlerin arasında öyle cevherler var ki o 600 cc motorları virajlı yolda yakalarlarsa scooter ile bile affetmezler.

Bir diğer ayrımcılık yolu ise tecrübedir. Mutlaka etrafınızda Türkiye'nin bütün kaldırımlarını yalamış yutmuş olup sizden bir yıl daha fazla motosiklet tecrübesi olsa da sizin daha dünkü çocukmuş gibi hissetmenize sebep olan birileri vardır. Yaptıkları kilometreler ile ve şimdiye kadar ölmemiş ya da sakat kalmamış olmakla övünürler. Motosiklet kullanmayı en iyi onlar bilir. Yeni başlayanları adamdan saymaz ve onlarla yola çıkmayı tercih etmezler çünkü yeni başlayan motosiklet sürücüsü her zaman kaza sebebidir. 

Bir de geçmişte kullandıkları motosikletlerle övünenler vardır. Zamanında mutlaka ZZR1400 kullanmışlardır bunlar. Ya da illa amca oğullarının 1000 RR'ı vardır. Anlata anlata yattıkları virajları bitiremezler. 240 ile girilen virajlar, 300 ile sollanan BMWler, eritilen sliderlar ve daha neler neler.

Yahu ha 125 cc motorun var ha 1500 cc. Ne fark eder? Hepimiz aynı yolda sürüp aynı havayı solumuyor muyuz? Bu tutkuyu hangi motosikletle yaşadığımızın ne önemi var? Önemli olan bu tutkuyu, bu kültürü beraber yaşayıp, şu kısa yaşamımıza renk katmak değil mi?

Benim grubumda cc ayrımı yoktur mesela. Marka modeli ne olursa olsun gelmesini isteriz bu yolda tutkuyla ilerleyen arkadaşlarımızın. Kimsenin hevesi kırılmasın. Fakat bir çok yeni başlamış küçük cc motosiklet kullanan arkadaşımız aramıza katılmaktan çekiniyor. İşte bu motosiklet camiasında bile ayrımcılığın olduğunun en büyük kanıtı. Fakat geldiklerinde nasıl uyum içinde farklı türde ve hacimdeki motorları idare ettiğimizi görünce şaşırıyorlar. Bunun hafızamdaki en büyük örneği Keeway marka scooter ile grup sürüşüne katılıp ağzı açık kalan Cem Aydın'dı.

Söz konusu dostluk ise cc'nin ne önemi var? 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

CBR 250R


250 cc motosiklet kategorisinde belki en çok tartışılan, en çok satılan ama belirli bir kitleyi asla memnun edemeyecek bir motosiklet.
Honda olması hem dezavantaj hem de avantaj bu motosiklet için.
Nedense Türkiye'de belirli bir motorcu kesimi kendilerini ne olduğu belirsiz, resmi bir yetkisi olmayan, profesyonellikten uzak servislere emanet etmiş durumdalar. Bu kişilere sorarsanız Honda hakkında söyleyecekleri her zaman yavaş olduğu olacaktır. Hiç bir modeli fark etmez. Honda'nın her modeli onlar için yavaştır. Bu konuda belki haklılar. Honda her motor sınıfında en yavaş motoru üretebilir. Fakat sadece bu kriter ile koskoca bir markayı yargılamak ne kadar doğrudur?

CBR250R 2011 yılında VFR1200F'i andıran farıyla piyasaya çıktı. O sene o sınıfta Hyosung GT 250R ve Kawasaki Ninja 250R vardı. Tek far olması, tek silindir olması, diğerlerinden yavaş olması hep eleştirilere neden oldu. Fakat öncelikle Ninja 250R'dan hesaplı ve Hyosung GT250R'dan kaliteli olduğu için hep tercih edildi.

Özellikle tek far bazı kesimlerce mitolojik canavar "Cyclops'a" benzetildi. Oturuş pozisyonu rahat ve biraz dik olduğundan "reyzink" değil dendi. Gitmiyor dendi, zart dendi zurt dendi. Yerin dibine sokuldu.




Daha sonra Honda kullanıcılardan gelen bu geri bildirimleri önemsedi ve 2014 yılında görünümü değiştirdi. Artık herkesin laf ettiği tek far yerine çift far gelmişti ve motor daha agresif bir şekle bürünmüştü. 1.5 beygir artırılarak motorun gücü 26 beygirden 27.5 beygire yükseltildi. Egzozun şekli değiştirildi. Kısacası yeni CBR250R eskisinden oldukça farklıydı.

Peki bu CBR 250R hakkında kötü düşünen motosiklet kullanıcılarının düşüncelerini olumlu yönde değiştirmeye yetti mi? Tabi ki de hayır. 

2015 Şubat ayında İstanbul'da yapılan motosiklet fuarında görücüye çıkan Yamaha R25 CBR250'nin önünü kesecekti. Çoğu CBR250R kullanıcısı bile Honda'dan vazgeçip Yamaha'ya yönelmişti. Youtubeda yayınlanan videolarda R25'in saatte 194 km hızı görebildiği herkesi şaşırtmıştı. 36 beygir ve saatte 194 km hız 250cc bir motosiklet için inanılmaz bir şeydi. Motosiklet camiasının duayenleri bu motorun CBR250'nin içinden geçeceğini ve satışını durduracağını belirttiler.

Ama bir Çin atasözü derki ; Köpekler istedi diye atlar ölmez. YZF R25 sevildi, satıldı, ilgi gördü görmesine ama bir türlü CBR250'nin önünü kesemedi.

CBR250R'ın bu kadar tutulmasının en önemli sebebi yaygın Honda servisiydi. Türkiye'nin hemen hemen her ilinde bulunan servisinde profesyonel hizmet verildiği için (bayiden bayiye kalite değişebilir) CBR250R en çok tercih edilen motosiklet olmaktaydı.
İkinci bir faktör motosikletin diğerlerinden daha ucuz olmasıydı. Buna ek olarak acayip ucuz parça fiyatları bu motosikleti oldukça cazip hale getirmekteydi. Yakıtından bahsetmeye gerek bile yok. Sakin kullanımda 100km'de 3.5 litre olan yakıt tüketimini agresif kullanımda ne yaparsanız yapın 4 litrenin üstüne çıkarmak çok zordur.

Görünüm "reyzink" olup oturuş pozisyonunun dik olması motosikleti yeni öğrenenler için ekstra bir rahatlık sağlamaktadır. 1.75-1.80 boylarında olan birisinin ayaklarının rahatça yere değmesini sağlayan sele yüksekliği tecrübesiz sürücülere bile bir güven vermektedir. Dolayısıyla bel ağrısından "reyzink" motosiklete binmeye korkan orta yaş sınıfındaki abilerimiz için harika bir seçenektir.

Tabi ki de tek silindirden kaynaklanan bir titreşim söz konusu. Yaklaşık 1 saat kadar durmadan sürdüğünüzde ellerinizde bir karıncalanma hissedebilirsiniz. Bu titreşim seleye ve ayaklara yansımamaktadır. Tabi daha küçük cc motosikletten bu motosiklete geçiş yapıldığında bu titreşim pek önemsenmemektedir.

Fren sisteminden bahsetmek gerekirse elbette tek disk olması biraz rahatsız edici fakat bir çok motosikletin frenlerinden kat kat daha iyi. Ön de 296 mm arkada 220 mm fren diskleri mevcut. Bir abimin söylediği gibi virajlarda tekerleklerin dönmesini engellemeyecek şekilde fren kullanabilirsiniz.




Lastik konusunda hepinize hak veriyorum. IRC lastikler istenilen performansı vermiyor. Eğer bütçe varsa tavsiyem elbette pirelli, michelin, metzeler gibi markalarla değiştirmenizdir. Yalnız şunu belirtmeden söyleyemeyeceğim 32 bin km boyunca 2 çift IRC kullandım ve bir kere bile virajda motosikleti kaydırmadım. Burada birazda lastikleri değil kendimizi eleştirmemiz gerek bence. 

250 cc yarış motosikletleri arasında en hızlısı değil fakat en ekonomik olanı, yedek parça fiyatı en ucuz olanı, yakıt tüketimi en az olanı ve 4 yıl sınırsız kilometre garantisi olanıdır. Hemen size güncel fiyatlardan örnek vereyim; Kafa grenajı 76 TL, yan grenaj 126 TL, ön cam 130 TL, sağ gidon 54 TL, ön çamurluk 70 TL. Eklemeden geçemeyeceğim bir özellikle eğer motosikleti düz yolda yatırırsanız grenajlar yere değimiyor ve böylece sizi masraftan kurtarıyor. Bizzat denedim.

Peki bu motosikletin hiç eksi yönleri yok mu? Elbette var. 2014'den önceki modellerinde ön cam boşta kaldığı için rüzgarda sallanıyor. En sevmediğim yanı benzin deposunun kapağının elimde kalması. 8000 devirden sonra ellere verdiği titreşim var bir de. Fabrika çıkış lastikleri yukarıda bahsettiğimiz gibi herkesi tatmin etmeyebilir.

Son olarak söyleyebileceğim şey; CBR 250R Türkiye'de gözünüzü kapatıp alabileceğiniz tek motosikleti. tabi bu benim fikrim. Bunun bir hobi işi olduğunu unutmayın. Renkler ve zevkler kesinlikle tartışılmaz. 

Son tavsiyem 4 Japon'dan şaşmayın.